MODÜLÜ SATIN AL

  • Mantık Bilimine Giriş modülü için toplam 12 derslik eğitim ücreti: 3860 TL

  • Öğrenciler için toplam 12 derslik eğitim ücreti: 3420 TL

  • Tek derslik eğitim ücreti: 580 TL

Antik Yunan’da Retorik ve Diyalektik’e karşıt olarak Analitik’in doğuşu.

Katılımcılar ders içeriğine ilişkin soruları bu alandan paylaşabilirler.

Sorulara ilişkin kısa not:

  • derslerle ilgili sadece katılımcılar soru yöneltebilirler.
  • yalnızca ders içeriğiyle ilgili olan ve yanıtlanmış sorular bu sayfada yer alacaktır.
  • katılımcılar soruları önem derecesine göre puanlayarak üst sıraya taşıyabilirler.
  • katılımcıların daha önce yayımlanmış soruları ve yanıtlarını incelemeleri, böylelikle benzer sorular yöneltmemeleri önemle rica olunur.

SORULAR

"Antik Yunan’da Retorik ve Diyalektik’e karşıt olarak Analitik’in doğuşu" içerikli ilk dersin kapsamında olduğunu düşündüğüm ve hakkında bilgilenmeyi arzuladığım iki sorum var:
1. Çelişmezlik ilkesi, Aristoteles'ten önceki felsefe soruşturmalarında, en azından Platon tarafından, ayırdında olunup nazar-ı dikkate alınmış mıdır?
2. Özdeşlik kavramı, Aristoteles tarafından bir ilke düzeyinde dikkate alınmış mıdır?

Önce, sorulara yanıt olabilecek bir iki kayıt aktarmak isterim:

• “varolanların olmadıklarını varolmayanların varolduklarını söylemek yanlıştır.” (Sofist 241a; krş. Kratylos 385b)
• “çünkü varlığın var olmadığını veya varol­mayanın var olduğunu söylemek yanlıştır, buna karşılık varlığın var olduğunu, varolmayanın var olmadığını söylemek doğrudur.” (Metafizik 1011b)
• “aynı nitelikte, aynı zamanda, aynı özneye, aynı bakımdan hem ait olması, hem de olmaması olanaksızdır; bu ilke bütün ilkeler içinde en kesin olanıdır.” (Metafizik 1005b)

Aklın üç ilkesi kabilinden zikredilen üç ilke (özdeşlik, çelişmezik, üçüncü halin olanaksızlığı) esas itibariyle Sofistlerin duyumcu ve bilginin kesinliğine dair kuşkucu tutumlarına karşı, yargı tümcelerinin (önermelerin) doğruluk-yanlışlık koşullarını ve dolayısıyla kurallarını saptamaya yönelik çabalarla biçimlenmiştir. Elimizde varolan kaynaklar bakımından Platon’un diyaloglarının ve Aristoteles’in (ders) metinlerinin, eğer okunursa, bu konuda birçok tanıklık içerdiği görülecektir.
Aslında "mantık" konusuna çok da ilgili olduğumu sanmıyorum, ben sadece sizin bilgiye sahip olma şeklinizi ve onu paylaşma yetkinliğinizi çok beğendiğim için derslerinize kayıt yaptırdım. Akademisyen olarak 25 yılı geride bıraktım ama dersinize kayıt yaptırırken her zamanki öğrenci telaşına büründüm birden. Sorum şu: Umarım, dersinizi alanlardan büyük beklentiler içinde değilsinizdir, çünkü meraktan dersi alan biri gibi ders konuları ile ilgili hiçbir geçmişe sahip değilim! Bu, sorun olur mu?

Burada birlikte düşünmemizin bir tek amacı var: dünyayı anlama-kavrama yeteneğimizi güçlendirmek, kavrama sığamızı genişletmek ve yaşam biçimimizi yükseltmek. Bu nedenle katılımcılardan tek beklentim, kendilerine özen gösterme, kendilerini önemseme ve geliştirme arzusu, kısaca bireyselleşme (insan olma) tutkusu. Derste öğrenilecekler bir yana, asıl olan bu tutkudur.
Derslere hazırlık olarak hangi okumaları önerirsiniz? 

Bütün katılımcılara İsagoci'nin Arapça-Latince, İngilizce ve Türkçe çevirileri gönderilecek. Derslerde de zaten bu metni takip edeceğiz. Yan okumalar için bazı kitaplar önerilmiş ve sosyal medya aracılığıyla duyurulmuştu:
                                                  OKUMA LİSTESİ
1. Platon, Sofist, (çev. Cenap Karakaya), İstanbul 2000; Ömer Naci Soykan, Metin Okuma/Platon: Sofist, İstanbul 1991 [2. bas. 2015]
2. Platon, Devlet Adamı, (çev. Behice Boran-Mehmet Karasan), Ankara 1960
3. Aristoteles, Sofistçe Çürütmeler, (çev. Gurur Sev), İstanbul 2019; Aristoteles, Sofistlerin Çürütmeleri Üzerine, (çev. Oğuz Özügül), İstanbul 2007
4. Aristoteles, Kategoriler, (çev. Gurur Sev), İstanbul 2019
5. Aristoteles, İkinci Çözümlemeler, (çev. Ali Houshiary), İstanbul 2005
6. Aristoteles, Organon V/Topikler, (çev. H. Ragıp Atademir), İstanbul 1989
7. Porphyrios, İsagoji, (H. Ragıb Atademir), Konya 1948; Porphyrios, Isagoge/Aristoteles’in Kategorilerine Giriş, (çev. Betül Çotuksöken), İstanbul 1986
8. Farabi, Kitab’ul-Burhan, (çev. Ö. Türker-Ö.M. Alper), İstanbul 2014
9. İbn Sina, Mantığa Giriş, (çev. Ö. Türker), İstanbul 2006
10. Ebheri İsagoci ve Şerhi, (thk. çev. şerh: Ferruh Özpilavcı), İstanbul 2019

                             okunması öncelikli metinler: 1, 2, 3, 6, 10 
Varlığın ikinci mertebesi olan zihnî mertebenin de aynî mertebe gibi evrensel olduğundan bahsettiniz. Zihnî mertebede bir şeyin imgesi onu algılayan zihne göre şekillenir, yani değişiklik arzeder gibi düşünmüştüm ama yanıldığımı farkettim. İmgelerden bahsederken, bunu, kişilerin onları anlamlandırmasından/zihinlerinde canlandırmasından ayrı olarak mı ele almalıyız? Bu durumda, algılayanın zihninde oluşan tasvir için kullandığımız bir kavram mevcut mu?

Gözle görme edimini bir duyusal algı (duyum) olarak tanımlarsak, bu algının bellekte bir iz(lenim) bırakacağını söyleyebiliriz. Klasik psikolojide bu işlem, bir suret oluşturucu yeti olarak ortak duyunun veya imgelemin (φαντασία)  işlevi olarak tanımlanır, dolayısıyla suret (hayal ve imge) olarak adlandırılırdı. Örneğin gördüğünüz bir elmanın zihninizde oluşan/beliren sureti ister istemez özdeksel (maddi) niteliklerden ibaret olacaktır: küçük veya büyük, yuvarlak (küre) veya yamuk yumuk, kırmızı veya sarı, vs. Bu duyusal suret (imge) insandan insana değişmez, değişen imgeye yüklenen anlamlardır. Sözgelimi bir ateşperest için ateş'in imgesi veya bir müslüman için Kabe'nin imgesi (duyusal sureti, örneğin küp şeklinde olması) başkalarıyla aynıdır ama yüklenen anlam ve değer bambaşkadır. Domuz imgesi her insan için aynıdır; ama yahudiler ve müslümanlar için pek de hoş değildir. Nedeni ise, bakan kişilerin bu imgeye ayrıca yükledikleri düşünsel ve duygusal (duyusal değil) anlamlardır. Zihinde yalnızca duyular aracılığıyla edindiğimiz ve imgelem aracılığıyla üzerinde işlemler yaptığımız duyusal (tekil) suretler bulunmaz, yanısıra düşünsel ve ussal (tikel ve tümel) suretler de bulunur; işte özdeksel niteliklerinden soyulmuş bu suretlere artık imge yerine kavram diyor ve onları da kendi aralarında tikel-tümel diye ayırıyoruz.

Not: Mantık derslerinde daha ileri düzeylere geldiğinizde Aristoteles'in Peri Psukhe (Ruh Üzerine) adlı yapıtını okumanızı öneririm.
Bertrand Russell'in Batı Felsefesi Tarihi (Alfa 2020) kitabının ilk cildinin Aristoteles'in Mantığı kısmında geçen eleştirisinde, yazar, şu ifadeyi kullanmıştır:

• "Bu bölümde ilgilendiğimiz Aristotelesçi öğretilerin, önemsiz olan biçimsel kıyas teorisi hariç, tamamen yanlış olduğu sonucuna varıyorum. Bugün Mantık öğrenmek isteyen bir kişi, Aristoteles'i ya da onun öğrencilerinden birini okursa boşa zaman harcamış olur. Yine de Aristoteles'in Mantık yazıları büyük yetenek sergiler ve entelektüel özgünlüğün hala aktif olduğu bir zamanda ortaya çıksalardı insanoğluna yararlı olurdu." (s. 369)

Eğitiminizde Kant'tan aktarımla anladığım kadarıyla "Aristoteles ile mantık kapanmış ve tamamlanmıştır" bilgisini edindim. Sorum şudur: Neden Mantık konusunda, modern çağda, özellikle Kuantum Teorisi bizi zorlarken, Aristoteles üzerinde ısrar ediliyor? Mantık tarihini çalışırken mutlaka duracağımız bir yerdir ama Kant'ın dediğini tekrarlayarak kendimizi kısıtlamış olmuyor muyuz?

1. Russell'ı ve (Wittgenstein'ın kendisiyle dalga geçmek için Shilling Kitabı olarak adlandırdığı) yapıtını ciddiye almamakta mazuruz. [Bu yargının gerekçesini açıklamak uzun sürer.]
2. Mantık öğrenmek için Aristoteles'in ve Aristotelesçilerin yapıtlarının okunmasının boş uğraş olarak nitelenmesinin ardında Ada felsefesine özgü benim pek hazzetmediğim bir bilindik sığlık ve kolaycılık (anlatım ekonomisine düşkünlük) yatar. En nihayet bir tercih meselesidir.* [Bu konulara yaklaşım bakımından İngiliz tarzı (Bacon-Locke-Hume) veya Alman tarzı (Kant-Fichte-Hegel) diye bir şeyden bile sözedebiliriz.]
3. Mantık (Aristoteles) ile Matematik (Pisagoras-Platon) arasındaki kadim rekabet dikkate alınmadıkça tarafların bu tür dudak büküşlerini anlamlandırmak çok zordur.

Bu arada bir soru da benden: Aristoteles'ten öğrenemeyeceğiniz bu bilimi, örneğin Russell'den veya onun hiç (var)olmamış izleyicilerinden öğrenebilir misiniz?

Aşağıda üç filozofun, sırasıyla Kant, Hegel ve Wittgenstein'ın Aristoteles Mantığı hakkındaki değerlendirmelerini bir kez daha aktarıyorum:

• "Mantık şimdiye değin ileriye doğru hiçbir adım atabilmiş değildir, bu yüzden tüm görünüşüne karşın yine de tümüyle kapanmış (geschlossen) ve tamamlanmış (vollendet) olarak durmaktadır."
• "Aristoteles tasımların değişik biçimlerini ve deyim yerindeyse betilerini öznel anlamları içinde inceleyen ve betimleyen ilk düşünürdü, ve hiç kuşkusuz bunu öyle bir güvenilirlik (Sicherheit) ve belirlilik (Bestimmtheit) düzeyinde yaptı ki o günden bu yana hiçbir özsel katkı gerekmemiştir. Bu başarı hiç kuşkusuz Aristoteles’e büyük onur (großer Ehre) kazandırmıştır."
• "Mantıkçılarımızın çoğu kez adını boş yere ağızlarına aldıkları Aristoteles, bugün pekçok mantıkçının Mantık hakkında kendisinin 2000 yıl önce bildiğinden daha fazlasını bilmediklerini görseydi herhalde mezarında ters dönerdi (would turn in his grave)."

Aristotelesçi Mantık'ın ancak Aristotelesçi bir doğa ve evren kavrayışıyla anlam kazanabilecek yanları vardır. Aristotelesçi Fizik bilinmeksizin Aristotelesçi Mantık da hakkıyla bilinmiş olmaz. Bunca asır sonra doğayı da, toplumu da Aristotelesçi şemalara dayanarak yorumlamıyoruz ve fakat istesek de istemesek de bu çağda bile doğayı ve toplumu Aristotelesçi şemaların olanaklı kıldığı bir dil, daha da önemlisi bir düşünme mirası üzerinden anlayıp yorumluyoruz. Aristotelesçi bilim dizgesi geçersiz hale geldiğinde felsefesi de geçersizleşti, tıpkı Newtoncu bilim dizgesi geçersiz hale geldiğinde Kantçı felsefenin de bundan payını aldığı gibi. Keza yirminci yüzyılın ortalarında Einstein'cı coşku da -hem de kısa  zamanda- gücünü ve etkisini yitirdiğinde, değil Mantık, Felsefe bile yine geçerliğini yitirmiş göründü. Büyük anlatıların ortadan kalktığı ilan edildi. 
Çağımız bir belirsizlikler çağı. Görme mesafesi o denli azaldı ki kimseye dayanamazsınız. Bu nedenle felsefe, her dönemeçte yaptığı gibi yine kendi başlangıcına başvurmak zorunda, sırf tekerrür edeni ve etmeyeni kavramak için. Aristoteles üzerinde ısrar etmemizin asıl nedeni işte bu!
 
* Ada Felsefesi (İngiliz-Amerikan dilci-mantıkçı pozitivizmi) hakkında şişirilen boş balonların tarihsel öyküsü için bkz. Aaron Preston, Analitik Felsefe: Bir Yanılsamanın Tarihi, (çev. Meriç Mete), İstanbul 2016.
Subject kelimesine özne anlamının verilmesini eleştirirken, özne işi yapan demek olduğundan, bu karşılığın yanlış olduğunu söylediniz. Oysa dilbilgisinde özne sadece işi yapan, fail anlamında değil "yüklemin bildirdiği durumu üzerine alan kimse veya şey" anlamına da gelir. "Elma tatlıdır" cümlesinde elma kelimesi işi yapan olmasa da öznedir. İngilizce de subject, Almanca'da subjekt, Arapça'da mübteda kelimeleri özne anlamında kullanılırken, muhakkak bir iş yapılınca mı bu anlamı alırlar? İsim cümlelerinin öznesi fail değildir. Fiil olmadığı için burada bir failden de bahsedilemez. Dolayısıyla subject kelimesine özne karşılığı vermek bu boyutuyla çok anlamsız görünmüyor. Ne dersiniz?

1. Ne yazık ki Türkçe'de isim cümlesi-fiil cümlesi ayrımı ortadan kalkmış ve tarihe karışmıştır, o nedenle dilcilerin tümünde de büyük bir kavrayış düşüklüğü yaşanmaktadır. Örneğin öznede fail anlamının varsayılabilmesi için yüklemin de eylem olması gerektiği unutulmaktadır.  Batı dillerinde to be  (am-are-is) sein (bin-bist-ist) karşılığında kullanılan Türkçe dır bağlacına eylem muamelesi uygulayıp uygulamamak konusunda kafalar karışık olduğundan, bugün Türkçe'de özne-fail ve yüklem-eylem ayrımını becerebilecek her babayiğitin alnından öperim. (Herkes birbirini sınasın, yayımlanmış dilbilgisi eğitim-öğretim kitaplarını tanık göstermek koşuluyla bu ayrımlara ilişkin bir farkındalık sergileyen tek kişi bile bulunamayacaktır. (Görünüşte, bu savı çürütmek ne kadar kolay, değil mi?)
2. Bir de tümce (cümle) başka bir şey, önerme (kazıyye) başka bir şey. Her bilimin kendine özgü terimleri (ıstılahat) vardır, bunların birbirine karıştırılması sapla samanın birbirine karıştırılması gibidir, zemin hemen bulanır.
3. "Istılahta münakaşa olmaz" eski bir tartışma kuralıdır. Tek tek tanımlar ortaya konulmalı, varsa, kaynaklar ve yetkeler gösterilmelidir. Tarafları olası vakit israfından korumak bakımından, zeka becerisi ya da öneri, sanı, kanı, bence, sence ön-ekleri kullanmak yetmez, en azından başlangıçta sınanabilir bilgiler (belgeler) ve belki sonra bu bilgilere dayalı yorumlar da öne sürmek gerekir.
4. Yineliyorum: Ruhbilim alanında sensus communis teriminin ortak duyu (hiss-i müşterek) yerine genel kanılar (efkar-ı umumiyye) olarak veya Mantık alanında universal sözcüğünün  tümel yerine evrensel diye çevrilmesi ne denli yanlış, hatta bir büyük ayıp ise, bir önerme'nin konusu anlamına gelen subject sözcüğünün özne olarak Türkçeleştirilmesi de  o denli yanlış, dahi ayıptır.
SeP için [örnek verirken] Her insan ölümlü değildir dedikten sonra, ifadenizi Hiçbir insan ölümlü değildir diye düzelttiniz. Her insan ölümlü değildir ifadesinden "bütün insanların ölümsüz olduğu" anlamı çıkması lazımken, nedense "bazı insanların ölümlü, bazı insanların ölümsüz olduğu" anlamı çıkıyor. Bu önermede Her'i Hiçbir ile değiştirdiğimiz zaman da olumsuz anlam (insanlar kümesinin dışı) kazanması lazımken, insanlara tek tek baktık ve "hepsi ölümsüzdür" anlamı çıkıyor. Bu durum Türkçe'nin kullanımı ile mi ilgili, yoksa benim anlamlandırmamda bir eksiklik veya yanlışlık mı var?

Tüm insanlar ölümlüdür. (SaP)
Hiçbir insan ölümlü değildir. (SeP)
Biri olumlu, diğeri olumsuz bu iki önerme de tümel'dir.

Bazı insanlar ölümlüdür. (SiP)
Bazı insanlar ölümlü değildir. (SoP)
Biri olumlu, diğeri olumsuz bu iki önerme de tikeldir.

Tüm insanlar (veya: her insan) ölümlü değildir.
Bu önermenin başındaki nicelik edatı tümel olsa bile yüklemi olumsuz olduğu için mantıksal değeri tikel olumludur (dolayısıyla tikel olumsuz):
Bazı insanlar ölümlüdür. (SiP)
(dolayısıyla:) Bazı insanlar ölümlü değildir. (SoP)
Felsefe Dersleri logo